Unutmayı Hatırlamak
Unutmayı Hatırlamak
Fotoğraflarımızı, notlarımızı ve hatta günlük yaşantılarımızdan parçaları hızlı biçimde arşivliyoruz. İzlediğimiz filmlerin ve okuduğumuz kitapların izini sürmek için çeşitli platformlar üzerinden listeliyor, puanlıyor ve unutmamak için oldukça takıntılı bir çaba sergiliyoruz. Sosyal medya hesaplarımız bizlere geçen sene nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı gösteren hatırlatmalarda bulunuyor. Dijital dünya bize çeşitli boyutlarda devasa arşivleme kapasitesi sunuyor. Telefonlarımızın galerileri çoğu zaman bir daha dönüp bakmadığımız görsellerle dolu. Bunların yanında daha sonra bakmak için kaydettiğimiz ve yine çoğu zaman dönüp bakmadığımız bir sürü şey kaydedilmiş hâlde bizi bekliyor. Ancak bu noktada unutmamak için verdiğimiz çabanın tam olarak karşılığını alıyor muyuz sorusu beliriyor. Neredeyse gündelik hayatımızın her anını planlamak için hafızamızı dijital araçlara devretmemiz bize başka şeyler söylüyor olabilir. Çünkü tüm bu çabanın yanında bizde ve çevremizde neredeyse kronikleşmiş bir unutma hâlinin hâkim olduğunu da biliyoruz. Belki de bazı durumlarda unutmayı yeniden hatırlamamız gerekiyor olabilir.
Silinmeyen izler
Dijital ortamlarda gezinirken bıraktığımız izler uzun süredir devam eden bir tartışmanın da konusu. Verilerimize neler olduğunu tam olarak bilmemekle beraber, bıraktığımız izlerin silinmemek üzere kaydedildiğini biliyoruz. Özellikle dekor çağında sürekli karşılaştığımız reklamların içinde verilerimiz bizlere el sallıyor. Ancak durum bunlarla kalmıyor, geçmişin şimdiki zaman üzerinde yük olduğu örnekler de az değil.
Sosyal medya hesaplarında geçmişte bulunduğunuz kanaatler daha sonraki süreçte siz ne kadar değişseniz bile kamusal olarak kişiliğinizin bir parçası olarak değerlendirilmeye devam edebilir. Özellikle politik atmosferin yoğun olduğu günümüzde bu kanaatler daha sonraki duruşlarınızın görmezden gelinmesine sebep olabilir. Örneğin daha önce çeşitli politikacıların gençlik yıllarına ait görüntüler servis edilmiş ve büyük yankılar uyandırmıştı. Yani her ne kadar farklı bir şimdide olsanız bile belki de artık sizin olmayan bir geçmişin tebelleş olduğu bir gerçeklikte bulabilirsiniz kendinizi. Özellikle son yıllarda giderek daha fazla tartışılan unutulma hakkı bu yönde önemli bir çerçeve sunuyor.
Sonsuz hafıza yanılgısı
Tüm bu sürecin bireysel hafıza ekseninde tartışılması gereken bir tarafı da var. Aslında insan, yeryüzündeki ilk macerasından beri çeşitli araçlar kullanarak belirli kayıtlar tutmuştur. Mağaradaki resimlerden, papirüslere kadar o dönemin gelişmeleri, kişisel gündemler ve hatta günlük notlar çeşitli araçlarla belleğin sürdürülmesini sağlamıştır. Dijital dönemle birlikte ise arşiv ve depolama süreçleri hiç olmadığı kadar gelişmiş ve belki de insanın kapasitesinin çok daha ötesinde bir kayıt imkânı sağlamıştır.
Ancak bu devasa depolama kapasitesi bizde bir yanılgıya sahip oluyor. Hafızamızı tamamen bir cihaza devrettiğimizde oraya kaydettiğimiz şeyleri unutmayacağımızı, bir yerlerde sonsuza dek kayıtlı kalacağını biliyoruz. Fakat çoğuna dönüp bakmadığımız bu şeyler hafızamıza hiç işlenmediği için kayda değer bir yer edinemiyorlar. Dahası sonraki süreçte karşımızda kaydedilmiş ve dönüp bakılmamış bir yığın belirince panikleyebiliyoruz. Aslında kendimize kapasitemizin çok daha ötesinde bir yük bindirdiğimizi fark ediyoruz. Unutmamak için hatırlayabileceğimizden çok daha fazlasını biriktirdiğimiz için bir çeşit yetersizlik hissiyle baş başa kalıyoruz.
Bu noktada unutmayı hatırlamamız gerekiyor. "Shakespeare uzmanı Emma Smith de "nasıl unutacağımızı hatırlamamız gerektiğini" savunuyor ve her şeyi hatırlama konusundaki ısrarı hipertermis olarak adlandırıyor. Ona göre "Hafıza protez haline geldi - internete, harici sabit diske ya da bulut depolama sistemine devredildi. Neyi hatırlamamız gerektiği ya da neyin muhafaza edilmesi gerektiği yönündeki kuşkularımıza değindikten sonra, Smith “dijital geleceğin paradoksu, sürekli arşivlediğimiz geçmişin yüküdür" diyor.
Unutulmayanın hayaleti
Bu noktada neredeyse her şeyi arşivleyebildiğimiz bir çağda unutmanın getirdiklerine de bakmamız gerekiyor. En mahrem alanlarımızda dahi işleyen dijital hafıza, çoğu zaman hayatımıza devam etmemiz için unutmamız gereken şeyleri bile biriktiriyor. Son yıllarda kolektif hafızaya dair çalışmaların haklı bir şekilde artması bize bir şeyler söylüyor olabiliyor. Çünkü o kadar şey biriktiriyor ve sindirmeden kaydedip bir başkasına geçiyoruz ki, asıl hatırlanması gereken geçmiş de bu yığının arasında kayboluyor. Dolayısıyla asıl hatırlamamız gereken şeyleri unutmamıza sebep olacak bir yığınla uğraştığımızın farkına varmalıyız.
Bu çerçevede Delete kitabının yazarı akademisyen Mayer-Schönberger, kapsamlı hafıza sunan dijital mecraların aynı zamanda yerleşik olması gereken hafıza kurumların değerini düşürebileceğini söylüyor. Ona göre Holokost gibi yerleşik hafızada önemli yer tutan şeyler, çevrimiçi yığın tarafından boğulma riski taşıyor. Dijital çağ muazzam faydalar sağlarken aynı zamanda bizi fakirleştiriyor.
Araştırmacı H. Rainak Khan Real kısa süreli ve uzun süreli hafıza arasındaki ayrımın önemli olduğunu söylüyor. Sınırlı kapasiteye sahip olan kısa süreli belleğimiz, bilgileri sürekli işlemediği için onları unutma eğiliminde oluruz. Ancak uzun süreli belleğimiz bilgileri muhafaza ettiğinde eleştirel düşünme biçimimiz de aktif şekilde işleyebilir. Dikkat bu hususta önemli bir araç olarak beliriyor. Dikkatimiz üstünde oldukça yıkıcı etkilere sahip olan dijital dünya, uzun süreli belleğimizin işlemesinde bir engel olarak beliriyor.
Unutmaktan korkmamak
Dijital dünyanın sınırsız biriktirme kapasitesine kapılıp kendi kapasitemizin çok fazlasını biriktirmekten sakınmamız gerekiyor. Dijital arşivi yerinde kullanmak için de bunu bir önkoşul olarak düşünebiliriz. Aynı zamanda unutmaktan korkmamak ve hafızamızın kapasitesinin de farkında olmamız gerekiyor.
Gündelik seyahatlerimizden, üzerinde çalıştığımız işlere kadar kaydetmenin konforuna kapıldığımız bu dönemde deneyimin öğretici doğasını da kaybetmek üzereyiz. Bunun önüne geçmek için de belki de unutmayı hatırlamamız gerekiyordur.