07 Şubat 2025

Trump’ın öngörülemezliği: Bazen deliliği taklit etmek çok akıllıca bir şeydir Osman Şenkul

trumpin-ongorulemezligi-bazer-deliligi-taklit-etmek-cok-akillica-bir-seydir

Trump’ın öngörülemezliği:

Bazen deliliği taklit etmek çok akıllıca bir şeydir

Dünyanın önde gelen Paris merkezli araştırma şirketi Ipsos, 25 Ekim ile 8 Kasım tarihleri arasında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 34 ülkede, 18 yaş ve üzeri toplam 23.721 yetişkinin katıldığı bir anket düzenledi. Ipsos’un düzenlediği ankete katılanlara Ortadoğu'daki çatışmaların 2025 yılında sona ereceğine inanıp inanmadıklarını soruldu. Anketlere dayalı araştırmanın sonuçları, Ortadoğu’da barışın 2025 yılında da beklenmediğini ortaya koydu.

Tam da, ABD Başkanı Donald Trump’ın kazanacağına ilişkin öngörülerin oldukça yükseldiği seçimlerin arefesinde yapılan ankete katılanların çoğu 2025 yılında Ortadoğu'da barış olacağına inanmadığını söyledi. Ortadoğu'daki çatışmaların 2025 yılında sona ereceğine inananların oranı Hindistan (yüzde 55) ve Çin'de (yüzde 50) en yüksek, Japonya (yüzde 9) ve İsveç ile Hollanda'da (yüzde 11) ise en düşüktü. Barış olacağı beklentilerinin ortalaması yüzde 22’de kalırken, Türkiye’de bu oran yüzde 18 düzeyindeydi. Türkiye’den katılımcıların yüzde 73’ü barış beklentilerinin olmadığını vurgularken, yüzde 9’u ise “fikrim yok” dedi.

Barış beklentileri ortalamanın üzerinde olan 10 ülkeden altısı (Hindistan, Endonezya, Malezya, Tayland, Filipinler, Singapur) Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) açmayı planladığı yeni hattın başlangıcını oluşturan ülkeleri kapsıyor. Diğer dördünün biri Güney Afrika ve ikisi de yine bölgenin oldukça uzağından, Güney Amerika (Meksika, Peru) ülkelerinden oluşuyor.

Anketin tamamlanmasından kısa süre sonra yapılan seçimleri kazanan Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump, koltuğa oturacağı 20 Ocak tarihini beklemeden yaptığı açıklamalarda, oldukça radikal çıkışlar yaptı. Trump, ABD dış politikasının merkezine geri dönmekte hiç vakit kaybetmedi ve hem dost hem de düşmanın tahmin yürütmesini sağlayan tehditler ile bombastik söylemlerin kendine özgü karışımını tekrarladı: Panama Kanalı'nı geri almak, Grönland'ı ve hatta Kanada'yı ilhak etmek gibi diplomatik olmayan söylemlerle, kafaları oldukça karıştırdı ve elbette tepkiler de art arda geldi:

Panama Dışişleri Bakanı Janaina Tewaney, ABD'nin çeyrek asır önce devrettiği ve ülkesi için yaşamsal öneme sahip olduğunu vurguladığı kanalın egemenliğinin “pazarlık konusu yapılamayacağı” uyarısı yaptı. Özerk Grönland bölgesini yöneten NATO üyesi Danimarka'nın Başbakanı Mette Frederiksen, “Grönland'ın Grönlandlılara ait olduğunu” ve böyle bir şeyin düşünülemeyeceğini vurguladı. Kanada'nın görevden ayrılan Başbakanı Justin Trudeau ise ABD’nin, ülkesi ile birleşme konusunda “zerre kadar şansları olmadığının” altını çizdi.

Çinli şirketlerin, “kanalın her iki ucunda da liman işlettiğini” yazan, Atlantik Konseyi'nden Gregg Curley, bu nedenle Panama'daki olası gelişmelerden en çok Çin'in etkileneceğine dikkat çekti. Ayrıca Çin, Grönland'ın modern teknoloji endüstrisi için hayati önem taşıyan neodim, seryum ve lantan gibi egzotik isimlere sahip zengin “nadir toprak mineralleri”nden yararlanmak için giderek daha fazla ortak girişim arayışını sürdürdüğü de, dünyanın önde gelen ekonomi-politikacıları tarafından yakından izleniyor.

Trump’ın bu çıkışları, dünya liderlerini pek fazla şaşırtmamış olsa da, “Trump 2.0”a nasıl yanıt verecekleri konusunda da oldukça tereddütte kaldılar; çünkü, aynı Trump, ilk döneminde de NATO'ya kafa tutmuş ve hatta üye ülkelerin “[ABD'ye] muazzam miktarda para borcu olduğu” yönündeki yanlış iddialara dayanarak, ABD'yi, artık ciddi bir rakibi de kalmamış olan bu trans-Atlantik güvenlik anlaşmasından çekmekle tehdit etmişti.

Londra merkezli Chatham House'da ABD ve Amerika programı direktörü Leslie Vinjamuri ise bu gelişmeleri, “Trump insanları alıp histerik moda sokmakta çok başarılı” diye yorumladı ve “Eğer mesele deniz yolları, kritik madenler ve jeopolitik rekabet ise, o zaman... ne yapmamız gerekiyor? Şu anda dünya liderlerinin yaptığı sadece öfke, kızgınlık ve uyarıdan ibaret” dedi.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nde Dış Politika Araştırma Programı Direktörü Michael O'Hanlon'a göre, Trump'ın özellikle Grönland ile ilgili sözleri NATO için sınırı aşıyor. O'Hanlon, ne kadar düşük bir ihtimal olsa da, askeri güç kullanımının NATO tüzüğündeki karşılıklı savunma maddesini yeniden gözden geçirmeyi gerektireceğini söylüyor. “[ABD] Danimarka'ya saldırırsa... diğer tüm NATO ülkeleri Danimarka'nın savunmasına gelip gelmeme konusunda karar verme yükümlülüğüne sahip olacaktır” diyor. “NATO içinde bir iç savaş çıkacağını söylemiyorum, ama işler oldukça gerginleşebilir.”

Trump'ın bu çıkışlarını "Deli Adam Teorisi"ne bağlayan Penn State Üniversitesi'nde siyaset bilimi doçenti Roseanne McManus, “Deli Adam Teorisi” ya da “Deli Adam Stratejisi” olarak adlandırılan modern versiyonun ana hatlarının 1950'lerin sonlarında çizildiğini, ancak yüzyıllar öncesine ait imalar olduğunu söyledi ve örnek olarak, Niccolo Machiavelli’nin 1517'de söylediği sözünü anımsattı: “Bazen deliliği taklit etmek çok akıllıca bir şeydir.”

Konuyla ilgili olarak, Foreign Policy'de “Deli Adam Teorisi Gerçekten İşe Yarıyor mu?” başlıklı bir makale yazan Tufts Üniversitesi Uluslararası Politika Profesörü Daniel Drezner de gelişmeleri, “Trump”la ilgili asıl sorun, meşru olarak öngörülemez olması” diye tanımladı ve Trump'ın Kuzey Kore lideri Kim Jong Un ile ilk dönemdeki ilişkilerine atıfta bulunarak, “Ateş ve öfke tehdidinden, aşk mektupları hakkında konuşmaya kadar, çılgınca sallanabiliyor” dedi.

Tüm bu gelişmeler çoklarına, Trump’ın yeniden seçilmesinin, ABD’nin ünlü Cumhuriyetçi Başkanı Ronald Reagan'ın 1984 yılında ezici bir çoğunlukla yeniden seçilmesinin 40. yıldönümününe denk gelmesini de anımsattı; iki Cumhuriyetçi Parti adayı da, seçim çalışmalarını aynı slogan ile sürdürmüştü: MAGA (Make America Great Again - Amerika'yı Yeniden Büyük Yap).

Uluslararası politika tarihinin araştırmacıları, ABD Cumhuriyetçi Parti’nin 1984-2016 yıllarını, “Reagan'ın Partisi Dönemi” diye tanımlar. Cumhuriyetçi Parti’nin destekçileri ise bu dönemde, “Reagan'ın ABD'nin ekonomik gerilemesini tersine çevirdiğini, ulusal prestiji yeniden sağladığını, soğuk savaşı kazandığını ve aileyi Amerikan siyasetinin merkezine yerleştirdiğini” savunur: “Reagan'ın küçük devlet ve düşük vergilendirme söylemi Oval Ofis'teki halefleri George H.W. Bush ve George W. Bush'a ve Kongre'deki Cumhuriyetçilere ilham verdi.” Bağımsız gözlemciler de dönemi, “Demokratlar yeniden iktidara gelebilmek için Reaganizm'e tepki olarak ‘Yeni Demokratlar’ olmak zorunda kaldılar” diye tanımlar.

ABD’li araştırmacılara göre Reagan, Cumhuriyetçiler’i o kadar değiştirdi ki, dönemin Başkan Yardımcısı George H.W. Bush, seçimleri Reaganizm'in üçüncü dönemini vaat ederek kazandı. Panama Kanalı, Çin vergileri, Grönland ve Kanada odaklı son çıkışları sonrasında, Reagan mirasını devralarak, onun izinden yürüdüğü yolunda yorumların yükselmesi, Trumpizm'in uzun ömürlülüğünün, Cumhuriyetçiler’in takma adı olan “Büyük Eski Parti”nin (Grand Old Party - GDP) artık gerçekten Trump partisi olup olmadığına bağlı olabileceği vurgulanıyor. Bir başka deyişle, Barack Obama ve Joe Biden dönemlerinde görece yumuşama gözlenen ABD dış politikasının, Körfez Savaşı gibi ağır bedeli olan Reaganizm dönemine yeniden dönebileceğine dikkat çekiliyor.

ABD'den yükselen yorumlarda, Donald Trump ve destekçilerinin, Reagan'ın anısını canlı tutmaya ve politikalarını onun temelleri üzerine inşa etmeye hevesli göründüklerinin altı çiziliyor. Muhafazakar düşünce kuruluşu Heritage Foundation'ın ikinci bir Trump dönemi için hazırladığı 920 sayfalık plan “Project 2025”te Reagan'dan 71 kez bahsediliyor. Bu referanslar arasında onun için çalışmış ve rapora katkı yapmış kişiler ve düşünce kuruluşunun Reagan yönetimini nasıl başarılı bir şekilde etkilediğine ilişkin örnekler de yer alıyor. Heritage Vakfı, 1980'lerde politika önerilerinin yüzde 60'ının Reagan tarafından getirilmesiyle büyük bir etkiye sahip olduğunu iddia ediyor ve “cesur ve yürekli planı” ile Trump döneminde de aynı etkiyi yaratacaklarını savunuyor.

Ancak, yine Ipsos’un araştırmasına dönecek olursak; Ortadoğu’da bir türlü bitip tükenmeyen “savaş halleri” de, Reagan’ın başkanlığı döneminin sonlarında başlayıp, günümüze kadar sürdü ve bu konuda zaman zaman suçlanan Suriye’deki Esad döneminin Trump’ın seçilmesinden sonra sona ermesine karşın, hala ne zaman tamamlanacağına ilişkin çok da umutlu öngörüler yapılamıyor; çünkü, ateşkes anlaşmalarına ve tarafların oldukça olumlu açıklamalarına karşın saldırılar sürüyor, onlarca kişi bu saldırılarda yaşamını yitiriyor.

Küresel ekonominin odağını, Çin ve müttefiklerini devre dışı bırakmayı, onları baskılayıp uluslararası pazarlardan uzak tutmayı öngören Trump’ın bu stratejik çıkışlarını, yaratmaya çalıştığı bir gerginlik ortamıyla destekleme hevesinin ulaşabileceği düzeyler, oldukça kaygı da yaratıyor. Analistlere göre, Reagan ve Trump arasında kuşkusuz benzerlikler var.

Örneğin, mavi yakalı seçmenlere hitap etmeleri, vergi indirimi politikaları, güçlü ulusal savunma ve bugün “kültür savaşı” olarak tanımlayabileceğimiz retorik gibi, önemli göstergeler öne çıkıyor. Heritage Foundation'ın hazırladığı Project 2025 bu tarihi çağrıştırıyor. Trump'ın ilk dönemi, kurmayları tarafından kendisine verilen tavsiyeler ve kısıtlamalar, ABD Anayasası’ndaki güçler ayrılığı ve belki de bazı ana akım Cumhuriyetçiler’in yönetimine katılma konusundaki isteksizliği ile sınırlı olduğundan, olası bir ikinci dönem, daha radikal bir yaklaşım benimsemeye hazır, cesaretlendirilmiş bir Trump yönetimi anlamına gelebilir.

İşte bu nedenle, Trump koltuğuna oturmadan başladığı ve yemini ettikten sonra da hız kazandırdığı çıkışların, dünyayı ciddi bir gergin dönemin beklediğinin temel gösterge olduğu yolundaki öngörüleri hafife almamak gerektiğine ilişkin görüşler öne çıkıyor. Özellikle, gerginliklerle yüklü bir Trump 2.0 aynı zamanda küresel ekonomide de derin bir belirsizliği de dayatmış gibi görünüyor. Ayrıca, bu belirsizlik sürecinin ne kadar süreceği ve etkisinin hangi ölçülerde olabileceğine ilişkin, henüz ayrıntılı analizler de gün ışığına çıkmış değil.

Bu süreçten bağımsız ilerleyen ekonomik kanallarda ciddi bir duraksama yaşanması kaçınılmaz görünürken, gözler aynı zamanda, Trump 2.0’nin kontrolündeki olası gelişmelere odaklanıyor. Startını da, Trump'ın önceki dönemi ve süregelen muhafazakâr dilinin verdiği Heritage Vakfı'nın Project 2025’i, federal hükümetin ve ABD kamu politikasının başkana daha fazla yetki verilmesi, kamu hizmetlerinde ve hatta FBI'da radikal reformlar yapılması gibi muhafazakar ilkeler doğrultusunda yeniden şekillendirilmesini öngörüyor. Trump ve yandaşlarının, Reagan'ın ilk dönemindeki sosyal yardım harcamalarının azaltılmasının yanı sıra, yüzde 25'lik devasa bir vergi indirimi de dahil olmak üzere 39 milyar dolarlık bütçe kesintisi de beklentiler arasında. Trump, bu konudaki ilk adımları ABD’yi yeniden Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkartarak atarken, George W. Bush'un 2003 yılında başlatmasından bu yana tahminen 26 milyon insanın yaşamını kurtarmış olan AIDS Yardım Acil Programı’nı da (President’s Emergency Program for AIDS Relief - PEPFAR) sonlandırması bekleniyor.

Bir başka deyişle, başta kendisine milyonlarca dolarlık bağış yapan Elon Musk, Mark Zuckerberg ve Jeff Bezos olmak üzere, çoklarını arkasına alarak “Milyarderlerin Başkanı” olan Trump’ın, yarattığı ve geliştirmek üzere adımlar attığı “yüksek gerginlik dönemini” destekçilerini mutlu etmek üzere, zaman zaman sertleştirerek ya da yumuşatarak sürdürmesi kaçınılmaz görünüyor.

 

 

 

 

 

T-Soft E-Ticaret Sistemleriyle Hazırlanmıştır.