"Siz de Yazar Mısınız, Beyefendi?"
"Siz de Yazar Mısınız, Beyefendi?"
Adalet Çavdar
80’li yıllarda doğan insanların 2000’ler için kurduğu hayallerde uçan arabalar vardı. 2020 yılı gelecek, bir pandemi nedeniyle evlerimize kapanacağız, binlerce insan ölecek ve dünyanın ekseni yerinden oynayacak deseler, inanmazdık. Ama işte başa gelen çekilir. Günlerce, aylarca evlerimizde kapalı kaldık, kimimize bir süre iyi geldi, derken hep beraber delirdik.
Şimdi evinizde değil dünyadan haber alamadığınız, elektriklerin gittiği, telefon hatlarının bozulduğu, internetin olmadığı bir adada, pek iyi tanımadığınız insanlarla birkaç gün geçireceğinizi düşünün. Hiç hoş değil! İnternete erişimi olan cep telefonlarından önce nasıl bir hayatımız olduğunu unuttuğumuz şu dönemde bir başkasına bakmadan, kendini paylaşmadan kendinle baş başa kalmak pek çok insana korkunç geliyor. Hele de dünyadan haber alamamak, hepimiz için her şey çok mühimmişçesine. Jose Eduardo Agualusa’nın Türkçeye çevrilen üçüncü kitabı Yaşayanlar ve Diğerleri (Timaş Yayınları, İstanbul, 2022) işte bu meseleler üzerine kurulu bir roman.
Agualusa, eğitim hayatını Lizbon’da tamamlamış. Portekiz, Angola ve Brezilya üçgeninde yaşadığı hayatına romancı ve gazeteci olarak devam ediyor. Eserleri otuzdan fazla dile çevrilen yazar, pek çok prestijli ödüle de layık görülmüş. Yazarı Portekizce aslından çeviren ise Bengi De Sa Matos Paixao.
“Ofelia tam zamanlı bir şair,” der Daniel.
“Tam zamanlı olmasaydı, kimse şair olamazdı,” der Luzia, Ofelia cevap veremeden. “Şairlik bir iş değil, bir koşuldur.”
“Tüm şiirler hayret duygusunun birer kartografisidr.”
“Ben acıyı yatıştırmak için yazıyorum,” Luzia der mırıldanarak.
Daniel, “Portekizli yazarlar gibi konuşuyorsun,” der şakayla karışık. “Portekizliler acı çektikleri için yazarlar ve yazarken de acı çekerler. Acı verici bir döngü.”
Bir şimşek çakıyor ve dünyanın zamanı ortadan ikiye ayrılıyor. O an hiç kimse bunun farkında değil, önce yavaş yavaş sonra birdenbire idrak ediliyor. Bir edebiyat festivali için Mozambik Adası’na giden bir grup Afrikalı yazar, adada yedi gün mahsur kalıyor. Bu hem çok ilham verici hem de o kadar yazarın bir arada olması gerçekle hayalin içine saklanan kibrin ve egonun hayaletlerinin ortaya çıkması anlamına geliyor, yazdıkları roman kahramanları adanın sokaklarında dolaşmaya başlıyor.
“Okurların ne yapacağını bilemeyiz, içlerinde kışkırtıcı ajanlar olabilir. Teröristler. Bizi uyandıran, düşünmeye iten şey, hiç beklemediğimiz sorulardır. Önünde sonunda kesin olarak inandığımız bacı fikirlerimizi terk etmemize sebep olurlar.”
Hem adanın yerlileri hem de yazarlar kısa bir süre sonra gidişattan rahatsız olmaya başlıyor. Yaşamı, ölümü, dünü, bugünü, yazdıklarını, yazmaya çalıştıklarını ve tekrarlarını sorguluyorlar. Bu sorgulama yazıyla ve hikâyeyle ilgili okur için bol bol malzeme çıkarıyor. Neden yazıyorlar, yazdıkları nasıl yorumlanıyor, okurun kurduğu tuzaklar kendi tercihleri mi, yoksa kader ya da tesadüf mü? Coğrafyanın kaderi yazıyla imtihan edilir ve o imtihanın sonucu hayatı değiştirir mi? Kapanmak, kapana kısılı kalmak, bir çeşit mahpusluk deneyimi içinde insanlar neyi, nasıl hisseder ve yorumlar? İçinde yaşadığımız dünyanın sonu geldi diyelim, hayat yeniden adalarda mı vücut bulacak?
Gerçeğin ve büyünün iç içe olduğu kitabın şairane bir dili var. Üstelik Bengi De Sa Matos Paixao bu dili Türkçeye çok başarılı bir şekilde aktarmış. Yazarların gerçekliğine ilişkin sorgulama merakı her aşamada daha da körüklüyor. Hangi yazarları aynı adaya koyacağımız ve onların hangi karakterlerini sokaklara çıkaracağımıza dair eğlenceli olduğu kadar zahmetli bir oyuna davet niteliği taşıyor. Yakınlığı, yalnızlığı, unutulmayı, birbirini tanımayı ve aşkı bu büyünün içinde yeniden ele alıyor. Agualusa teşekkür yazısında gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kurgu bir hikâye yazdığını dile getiriyor.
Sürgün, yazma şeklinizi değiştirdi mi?” (S. 101) diye soruyor örneğin Agualusa. İnsanları neye göre sınıflandırırız, kitaplarımızı nasıl dizeriz, bir insanı onun nereli olduğu mu yoksa ne okuduğu mu anlatır? Yazarken ve okurken sorduğumuz soruların cevaplarını kurgu yazarlara aratıyor hikâye boyunca. Kurduğu çoklu kişilik evreni, yazmanın bahanelerini sıralıyor ve sorguluyor. Kimi sorulara cevap da veriyor: “Siz de yazar mısınız, beyefendi?” “Bazen. Kendimi unuttuğumda.” (S. 106) Cevapsız ve cevaplı bütün sorular için okuru da işe çağırıyor.
Gerçeklik kişiye özel bir büyüdür. Bu nedenle bir an birden fazla kez anlatıldığında ya da farklı kişiler tarafından dile getirildiğinde o ana ilişkin bakış açımız değişir. Büyü kendini yinelemekte ve yenilemektedir. Araya zaman girdikçe bakış açısı da genişler, hiç yoksa değişir. Her hatırlayışta yeniden anlamlanır geçmiş.
Şimdi, bugünlerde, Türkiye’de yaşayan bizler hayatımızı pek çok sebeple sınırladığımız, sıkıştırdığımız bir evrende yaşıyoruz. Ağız tadımızdan, neşemizden vazgeçiyoruz ilk evvel. Yeniden kurmak lazım her şeyi biliyoruz. Ah keşke, evrenin kurulduğu o yedi gün gibi bir zaman geçse elimize. Fakat ne yazık ki, bir günü, bir günü daha ve nihayet bir günü daha başımıza büyük bir bela gelmeden geçirmişsek kendimizi talihli sayıyoruz. Bir an önce değişmesi için bildiğimiz her dinde/dilde dua ettiğimiz o evren böyle kuruluyor ne yazık ki... O günü de kazasız belasız bitirme kaygısıyla... Böylesi yoğun bir kaygı evreninde zaman ayıramıyoruz incecik meselelerde, zarafet dolu sorgulamalara. Yaşayanlar ve Diğerleri buna ne denli ihtiyaç duyduğunuzu hatırlatacak türde bir kitap. Yalnızlığı, yakınlığı ve bu ikisinin dile gelme yollarını hem sorguluyor hem açıyor... Size de iyi yolculuklar...
Kaynak: https://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/siz-de-yazar-misiniz-beyefendi-i-26091