Osman Şenkul - Tuzlu fiyatlar tansiyonu yükseltmeye devam edecek

Tuzlu fiyatlar tansiyonu yükseltmeye devam edecek
Osman Şenkul
Korsanların altın devirleri, Filistin ve Lübnan’ın dev sedir ağaçlarından üretilen tekneleriyle Akdeniz ticaret filolarını talan ettikleri geç Osmanlı Dönemi’ne kadar sürdü. Atina’da Perikles’in iktidara gelişinin ardından, ticaret filolarının yanında bir ya da birkaç askeri gemi yollanmaya başlanması, korsanların kolonileşmesine de ivme kazandırdı. Ticari gemilerin korunması başlayınca, korsanlar ya başarısız olmaya ya da ticaret filolarını talan edebilseler bile en yakın sığınma yerlerine varana kadar yakalanmaya başladılar.
Bu gelişmeler üzerine, korsanlar Güney Anadolu’da güvenli barınak olabilecek nitelikte koylar aramaya başladılar. Bu aramalar sırasında sonradan Phaselis kentinin kurulduğu bu üç koylu bölgeyi buldular. Açık denizden bakıldığında kesinlikle koylarında barınan gemileri ele vermeyen bu bölge, arkasındaki orman kaplı Batı Toroslar nedeniyle, karadan da güvenli olması niteliğiyle, Rodoslu korsanların çok hoşuna gitti ve hemen buraya yerleşip, kendilerine güvenli bir üs kurmaya karar verdiler.
Ancak, korsanlar karaya çıktıklarında durumun hiç de sandıkları kadar kolay olmayacağını anladılar. Çünkü, daha karaya adımlarını atar atmaz karşılarına bir Anadolulu çoban dikilmişti. Tüm bölgenin sahibi olduğunu söyleyen çoban, korsanların oraya yerleşmelerine izin vermeyeceğini söylüyordu.
Bunun üzerine bir durum değerlendirmesi yapan korsanlar, çobanı öldürüp bölgeye el koymakla işin içinden sıyrılamayacaklarına karar verdiler. Böyle bir hareket, denizdeki düşmanlara, karadaki kavimlerin katılmasına yol açacaktı. Bu durum, kara savaşlarında çok acemi olan korsanların hiç işine gelmediği için sorunu barışçı yollarla çözmeye karar verdiler.
Yeniden karaya çıkan korsan heyeti, çobandan bölgeyi kendilerine satmasını istedi. O dönemde para gibi bir değişim aracı olmadığından, korsanlar geniş ormanlık koylara karşılık, gemilerinde bolca bulunan, uzun yolculuklar sırasında beslenme gereksinimlerini karşıladıkları tuzlanmış balıklarından önerdiler. İşi keçi, koyun yetiştirmek olan çoban da tuzlanmış balıkları kabul edeceğini söyledi; bunun üzerine çoban ve korsanlar arasında koyu bir pazarlık başladı ve sonunda belirli bir miktar üzerinde anlaşma sağlandı.
Korsanların karaya çıkarıp teslim ettikleri balıkları alan çoban, hayvanlarını da alarak bölgeyi onlara terk etti. Korsanlar, kendilerine göre az bir miktar balık karşılığında bölgeye sahip olmanın mutluluğuyla, “çok ucuz” anlamına gelen “çok güzel bir barınağa ‘tuzlu’ sahip olduk” dediler. Ancak, belirlenen tuzlu balık miktarı çobana göre ise “iyi fiyat”tı. Dolayısıyla, korsanlara göre “çok ucuz” anlamına gelen “tuzlu” sözcüğü çoban açısından “çok pahalı”yı temsil ediyordu.
O nedenle, bu söz Phaselis’in kuruluşundan itibaren hem başta Rodos ve Girit olmak üzere adalara, hem de önce Güney Anadolu’ya, daha sonra da tüm Anadolu’ya yayıldı. Ancak, alışverişin iki yönü olduğuna göre, doğal olarak görecelik burada da devreye girdi; üzerinde anlaşılan balık miktarı, Rodoslu korsanlar için “ucuzu” temsil ettiği için, adalarda “tuzluya geldi” bir şeyin ucuzluğunu belirtmek üzere kullanılır oldu. Oysa çoban, tüm Anadolu’ya o işine yaramayan koyları oldukça pahalıya sattığını yaymıştı. O nedenle de, Anadolu tarafında ise, bugüne kadar gelen “tuzluya patladı” sözü “çok pahalı” anlamında kullanıldı.
Bu alışverişte belirlenen fiyat, alan ve satan taraf için de “oldukça tuzlu” düzeylerdeydi ve bu “fazla tuzlu” fiyat, gerçekte iki tarafı da oldukça mutlu etti. Günümüzden yaklaşık 27 yüzyıl önce gerçekleşen bu alışverişten bugüne kadar milyonlarcası, farklı koşullarla da olsa yinelendi. Ancak, artık yine iki tarafın bulunduğu hemen tüm alışverişlerde, fiyatlar o dönemde olduğu gibi, iki taraf üzerinde “tuzlu” olarak nitelendirilen “aynı” etkileri yaratmıyor.
Ayrıca, o dönemlerde, günümüzde olduğu gibi kullanılan ve basılıp piyasaya sürülen para olmadığı için, fiyatlarda da “ihtiyaç kaynaklı pazarlık” dışında belirleyici bir etken yoktu ve dolayısıyla da, fiyat artışlarında, günümüzdeki yaşanan “az tuzlu - çok tuzlu” etkinin yansıtılmasına ilişkin bir ölçü tekniği, ya da “yüzde…” gibi bir değerlendirme birimi de yoktu.
Bu nedenle, günümüzdeki yeni tekniklerle ulaştığımız yeni aşama, artık bu “tuzluluk hissiyatını” o dönemlere göre temelden farklı yansıtan ve dolayısıyla da, temelden farklı algılamalara neden olan bir başka etken oluşturdu: Tuzluluğu Rodoslu-Giritli gibi yaşayan fiyatı belirleyiciler ve tuzluluğu Anadolulu gibi yaşayan, fiyatı ödemekle yükümlü ücretliler.
Artık, fiyatı ödemek durumunda kalanlar için “tuzluluk” oranı, aldıkları ücretlerdeki “yeterlilik” düzeyleriyle, fiyatı belirleyenler için “tuzluluk” oranı da, verdikleri ücretlerdeki “yetersizlik” düzeyiyle ölçülür oldu.
Dolayısıyla, bugünlerde yaşadığımız alışveriş örneklerinde;
- bakkal, market tezgahı görmeyen, elektrik, doğalgaz faturası nedir bilmeyen, akaryakıt istasyonlarına uğrayıp mazot, benzin, LPG kokusu almayanlar üzerinde oldukça “tuzlu” gelen fiyatlar, o dönemin Rodoslu-Giritli yaklaşımına,
- Türkiye genelinde ucuzunu bulmak için bakkal bakkal gezen, indirimli et, peynir alabilmek için titreye-titreye saatlerce kuyruklarda bekleyen milyonlar için de “tuzlu” gelen fiyatlar, o dönemin Anadolulu yaklaşımına karşılık geliyor.
Kazanılan ücretler ve ödenen fiyatlardaki gelişmelerin karşılığını, günümüzdeki tekniklerle incelemek için Türkiye’den bir örnek de şöyle verilebilir:
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre,
- Ocak'ta aylık yüzde 5,03 ve yıllık yüzde 42,12
- Şubat'ta aylık yüzde 2,27 ve yıllık yüzde 39,05 olarak hesaplanan fiyat artışları günümüz Rodoslu-Giritliler’i için oldukça “tuzlu” sayılacak düzeyde,
Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine göre,
- Ocak'ta aylık yüzde 8,22, yıllık ise yüzde 81,01
- Şubat'ta aylık yüzde 3,37, yıllık yüzde 79,51 olarak hesaplanan fiyat artışları günümüz Anadolulular'ı için de oldukça "tuzlu" sayılacak düzeyde olduğunu ortaya koymak da mümkün.
Adalılar ile Anadolulular arasındaki “tuzluluk” konusundaki bu gelişmelerin üzerine oldukça tuz ekleyen gelişme de, hafta ortasında geldi: Önce, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploması iptal edildi ve ardından da kendisi gözaltına alındı. Bu büyük gelişmenin tuzluklara yansımaları da gecikmedi; önce İstanbul Borsası çakıldı, ardından dövizler hızla yükseldi, üç önemli döviz, dolar, euro ve sterlin yeni rekor düzeylere tırmandı. Bu önemli gelişme TCMB’nin yaklaşık 10 milyar dolarlık döviz satışına neden oldu. Böylece, döviz kurları bu satış nedeniyle hafif gevşemiş de olsa, daha yukarıya doğru tırmanışı yedekte tutarak, hafta başına göre belirli ölçülerde yükseklerde tutundu. Bunun en önemli yansıması elbette, girdileri büyük ölçüde ithalata bağlı olan birçok önemli ürünün fiyatlarındaki yükselişin, daha da hızlı körüklenmesi olacaktır.
Çünkü, bu gelişmelerin ardından; önümüzdeki günlerde akaryakıta önemli oranda bir zam gelecek demektir. Bildiğimiz gibi, böyle bir gelişme yalnızca, otomobil sahiplerini ilgilendirmiyor; kamyonlar Akdeniz kıyılarındaki seralardan yükledikleri biber, domates, salatalık başta olmak üzere birçok gıda ürünüyle birlikte ağır bir fiyat artışı da taşımaya başlıyor. Bunlara ayrıca, yeni kıtadan taşınan, sebzeler ve sebze köklerinin yanı sıra, kıymetli ve yarı kıymetli taşlar, uçak ve uzay araçları, demir ve çelik ve makine ve mekanik parçalar da eklenecektir. Bunlara, toplam ithalat değeri milyar dolarları aşan buğday, soya fasulyesi, ham ayçiçek yağı, palm yağı ve arpayı da eklemek gerekiyor. Bunlara elbette dijital teknoloji ve diğer sanayi ürünlerini de eklemek gerekiyor. Bir bölümü doğrudan tüketiciye sunulan bu ürünlerin, önemli bölümü de imalat sanayisinde girdi/yarı mamul ürün olarak kullanılıyor. Artan dövizin etkisiyle bu ürünlerin ve bu ürünler kullanılarak üretilen yarı yerli ürünlerin üretim maliyetleri artacağı için, satış fiyatları da yükseliyor ve dolayısıyla, enflasyondaki artışı daha da körüklüyor.
Bu gelişmelerin, dış kaynak desteğine her zaman gereksinim duyan Türkiye için başka olumsuz yansımaları da oldu.
Türkiye’de yaşanan bu gelişmenin ardından piyasaları değerlendiren, dünya finans piyasalarının önemli kurumlarından JP Morgan'ın açıklamalarına göre, Türkiye’nin dezenflasyon programı sürüyor, ancak, enflasyon düşüşünün beklenenden daha yavaş olabileceği belirtiliyor. JP Morgan, dövizdeki hareketlerin etkisiyle yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 27,2’den yüzde 29,5’e revize etti ve Mart ayı Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) aylık tahminini de yüzde 2,3’ten yüzde 3,2’ye yükseltti.
JP Morgan analistleri, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) faiz indirim hızını Nisan ayından itibaren 150 baz puana çekmesi ve yıl sonunda gösterge faizin yüzde 35 düzeyine ulaşmasının muhtemel olduğunu vurguladı. Önceki tahmin ise yüzde 30 düzeyindeydi. Analistler ayrıca, Türkiye'deki otoritelerin önümüzdeki günlerde döviz piyasasında istikrarı sağlamaya yönelik adımlar atacağına ve yerel piyasalara ilişkin pozisyonların değiştirilmediğine dikkat çekti.
Bu gelişmenin ardından, ABD merkezli dev yatırım bankası Morgan Stanley ise, Borsa İstanbul’daki borsa üyeliğini kendi isteğiyle iptal ettirdi. Borsa İstanbul A.Ş. tarafından 19 Mart 2025 tarihinde Kamuyu Aydınlatma Platformu’na (KAP) yapılan bildirimde şu ifadeler kullanıldı;
"Faaliyet izinlerinden tamamen feragat etme başvurusu Sermaye Piyasası Kurulunca olumlu karşılanarak sahip olduğu Dar Yetkili Aracı Kurum Belgesi iptal edilen Morgan Stanley Menkul Değerler A.Ş. (Üye Kodu:MSI), Borsamız Yönetim Kurulunun 12/03/2025 tarihli kararı ile Borsa üyeliğinden çıkarılmıştır."
Kısacası, enflasyonla iyi kötü mücadele edilme sürecine girilmiş gibi görünürken artık ne yüzde 24’ten söz edilebilir, ne yüzde 34’ten. Yurt dışından borçlanma zorlaşacak, kur artışı borçlu şirketleri zora sokacak ve dolayısıyla maliyetler daha da yükselecek. Tüm bu gelişmeler, her iki taraf için de fiyatlardaki tuzluluk oranını belirleyen etkenlerin başında gelen ücretlerin de, tuzluluktaki artışla paralel artmaması durumunda, Anadolulular’ı tansiyon hastası yapacak kadar yüksek, Rodoslu-Giritliler’in ise depolarını ağzına kadar “tuzlanmış balık” ile dolduracak kadar yüksek düzeylere çıkacaktır. Buradan da anlaşılacağı gibi, günümüz politikalarının yarattığı tuz, kimilerinin yalnızca tuzluklarını dolduracak kadar çok, kimilerinin de “zenginlik depolarını” dolduracak kadar çok artıyor.
Buradan yola çıkarak, son gelişmeden önce, fiyatlardaki tuzluluk oranının nasıl evrilmesinin beklendiğine ilişkin yorumlar arasında, “Enflasyonda Şubat ayından sonraki düşüş, baz etkisi nedeni ile daha yavaş olacak” öne çıkarken, artık, öyle anlaşılıyor ki, her ne kadar, “Önümüzdeki dönemde enflasyon nasıl olsa düşecek” diyerek ücretleri baskılayan politikalar öne çıktıkça, tuzlukları dolacak olan ücretlilerde tansiyonlar yükseldikçe yükselecek.