Osman Şenkul - “Altına hücum”dan, “Bütün nadir metaller bizimdir” günlerine

“Altına hücum”dan, “Bütün nadir metaller bizimdir” günlerine
Osman Şenkul
Yeryüzünde bilinen ilk madencilik çalışmaları, alet yapımı için en uygun taşların aranmasını içeriyordu. Bu nedenle, ilk taş aletler yaklaşık 2,6 milyon yıllıktır, dolayısıyla Homo Sapiens'ten de oldukça eskidir. Bu önemli başlangıcı, yaklaşık 1,9 milyon yıl önce taşların fırlatma silahı olarak kullanılması ve hemen ardından en iyi kesme taşları ve taş aletler için, yeryüzünün ilk madenciliği sayılabilecek kazı yapılması izler.
Homo Sapiens geliştikçe ve nüfus arttıkça, topluluklar göçebe yaşam tarzının yerini almaya başladı. İlk kabileler yiyecek, su ve barınak gibi birincil kaynakların etrafında konumlandı. Kısa süre sonra, diğer doğal kaynakların konumu insan yerleşimi üzerinde etkili olmaya başladı. Madenden çıkarılan malzemeler muhtemelen ticareti yapılan ilk malzemeler arasındaydı. Bazı kabileler keskin kenarları nedeniyle çok değerli olan çört ya da obsidyene, diğerleri ise çömlek, kase ya da diğer mutfak eşyalarını yapmak için en iyi kile erişmiş olabilir. Belirli bir mineral için bilinen en eski maden, 40.000 ila 20.000 yıl önce çalışıldığı görülen Güney Afrika'daki kömürdür. Ancak madencilik, 10.000 ila 7.000 yıl önce daha ileri uygarlıklar gelişene kadar önemli bir endüstri haline gelmedi. En bol bulunan metal bakırdı; daha sonra altın, gümüş ve cıva da bulundu ve değerlendirildi. Çıkarılan malzemelerin ateşte ısıtılarak hazırlanması teknolojik bir atılım haline geldi ve bu önemli adım uygarlığın kritik ilerlemelerinden biri oldu. Aslında, kazılan elementler ısı uygulamasıyla kendilerini dönüştürdü. Sonuç olarak, çanak çömlekler bir mevsimden daha uzun süre dayanacak şekilde sertleşti. Özellikle metaller eritilerek nesnelere dönüştürülebiliyordu.
İlkel komünal dönemlerden geçip de, ilk devletlerin kurulması, bölgeler ve giderek kıtalar arası ticaretin gelişmesiyle, çoğunluğu liman çevrelerinde olan ticaret merkezleri de oluşmaya başladı. Bunlardan birisi de, Anadolu’nun batı kıyısındaki Ephesos’tu (Efes). İskenderiye ile birlikte tarihin ilk iki kütüphanesinden biri olan Ephesos Kütüphanesi’nin tam karşısında yer alan Ephesos Han’ın, hizmet sektörünün doğması ve gelişmesinde oynadığı rol kadar, dönemin ticaret hayatında da önemli bir yeri vardı. Bölgenin ticaret kavşağı durumundaki Ephesos’te her gün birçok tacir bu handa buluşur, iş görüşmeleri yapardı.
Mısır’dan, Suriye’den, Filistin’den, Ege Adaları’ndan, Mezopotamya’dan gelen farklı renk ve dilden tacirler, sıkı pazarlıklarla limanda bekleyen gemilerindeki ya da şehrin girişine bıraktıkları kervanlarındaki şarapları, kumaşları, baharat ve değerli madenleri burada pazarlar, karşılığında kendi ülkesinde satabileceği malları alarak geri dönerlerdi. Ephesos Han, agoranın hemen girişinde olduğu için, agoranın çevresine sıralanmış olan kasap, bugünkü bakkalların ilkeli sayılabilecek yerleşik çerçi niteliğinde dükkânlar ve baharatçılarla komşuydu. Bu dükkânların sahibi olan esnaf da agoradaki akşam turlarında handa kalan ticaret adamlarının arasına karışır, sıkı pazarlıklarla mal alırlardı.
Milattan Önce 5. Yüzyıl dolaylarında başlayan bu büyük ticaret hareketleri, aradan yaklaşık 1,000 yıl kadar geçtikten sonra, oldukça büyük hacimlere ulaşmış ve büyük göçlerin ve aynı zamanda da büyük savaşların temel nedenleri arasına katılmıştı.
Madenlerin yüksek teknolojide kullanımının başlamasından önce en değerli olanı elbette “altın”dı. Altın, dünyanın hemen her yerinde, zaman zaman da büyük savaşlara, yıkımlara neden olurken, bir yandan da gelişimi destekliyordu. Bunlardan en çok bilineni, sinema tarihinin en çok işlenen konularından biri olan “Kaliforniya Altına Hücum”uydu.
ABD'de, 1849-1855 yılları arasında gerçekleşen Kaliforniya Altına Hücum, Kaliforniya'yı, ABD'yi ve dünyayı kökten değiştirdi. ABD tarihindeki en büyük göçlerden birine yol açan Altına Hücum dalgasında, ABD ve dünyanın dört bir yanından yüz binlerce göçmen Sierra Nevada dağlarının eteklerinde altın bulmak için Kaliforniya'ya göç etti. Nüfus ve altyapıdaki önemli artış, Kaliforniya'nın Meksika tarafından terk edilmesinden sadece birkaç yıl sonra, 1850'de eyalet olma hakkını kazanmasını sağladı ve ABD'nin, Amerika kıtasının batısına doğru genişlemesini kolaylaştırdı.
Altın arama hevesini dizginleyemeyen "Sutter's Mill'de altın bulundu" haberi, yeni eyalet Kaliforniya'yı on binlerce umutlu göçmenle doldurdu. Eyaletin nüfusu 1848'de ancak 20.000 iken, sadece dört yıl sonra 200.000'in üzerine çıktı. Birçok yeni kentin kurulmasına temel oluşturan bu gelişme, hızlı ekonomik büyüme ve refaha ve yeni gelenleri ağırlamak için demiryolları, kiliseler ve bankaların inşa edilmesinin yolunu açtı.
Kaliforniya Altına Hücum, Sanayi Devrimi'nin arka planında gerçekleşti ve 19. Yüzyılda ABD'nin ekonomik gelişimini hızlandıran bir unsur oldu. Altın akını, imalat ve hizmet sektörlerinin genişlemesine yol açtı, ve bu gelişmelerin ardından birçok girişimci, giderek artan madencilik malzemeleri, kereste, giyim ve ulaşım talebinden yararlanarak işini büyüttü. Altına Hücum sırasında tarım ve perakende de katlanarak büyüdü ve yüzyılın sonunda Kaliforniya'nın ekonomik bir güç merkezi haline gelmesini sağladı.
Buna bağlı olarak, günümüzün en tanınmış markalarından, işletmelerinden ve ikonlarından bazıları Altına Hücum sırasında ortaya çıktı. Henry Wells ve William Fargo altın arayanlara finansal hizmetler sunma fırsatını görerek Wells Fargo & Co. adında bir banka kurdular; Alman bir göçmen olan Levi Strauss madencilerin sağlam giysilere olan ihtiyacını tespit ederek altın madenciliğinin yorucu saatlerine dayanabilecek kanvas pantolonlar üretti; Amerikalı mizah yazarı Mark Twain ise ilk olarak kardeşiyle birlikte altın aramak için San Francisco'ya gitti ancak daha sonra The San Francisco Call'da muhabir olarak daha başarılı oldu.
Şubat 1848'de Meksika, Meksika-Amerika Savaşı'nı fiilen sona erdiren Guadalupe Hidalgo Antlaşması ile Kaliforniya'yı Amerika Birleşik Devletleri'ne bıraktı. Antlaşma, bugünkü Nevada, Wyoming ve New Mexico'yu da içeren bir milyon mil karelik bir alanı Amerika Birleşik Devletleri'ne verdi. Kaliforniya'nın Altına Hücumu ve yeni kurulan bölgenin zenginlik ve nüfusunun hızla artması, kamu düzenini korumak için sivil bir hükümet gerektirdi ve 1850'de hızla Birleşik Devletler'e katılmasına neden oldu. Buna karşılık New Mexico ve Arizona gibi bölgeler 1912 yılına kadar eyalet olamadı.
Altına Hücum, madencilik sürecinde sıklıkla kullanılan ve Altına Hücum daha yeni, daha acil bir talep yaratmadan önce Doğu'dan tedarik edilen madencilik makineleri ve hidrolik operasyonlar için ekipman üretiminde bir patlamaya yol açtı. Altına Hücum aynı zamanda kereste üretiminin artmasına ve yeni un değirmenlerinin kurulmasına yol açtı. Giyim ihtiyacı önemli ölçüde arttı ve deri endüstrisi önemli bir büyüme yaşadı. Toptan ve perakende satış bu dönemde gelişti ve tüketicilerin artan taleplerinin karşılanmasına yardımcı oldu.
Artan talep ve daha sofistike aletlerin bulunması sayesinde tarımın hızla gelişmesi, Altına Hücum'un bir diğer önemli sonucuydu. Aslında, madencilikte başarılı olamayan pek çok kişi Kaliforniya'nın “yeşil altınına” yöneldi - eyaletin elverişli ikliminden yararlanarak madencilik topluluklarının sakinlerini beslemek için büyük miktarlarda meyve, sebze ve tahıl üretti. Avrupa'dan yeni gelen girişimciler de şarap talebini karşılamak için bir fırsat gördüler. İlk meyve bahçelerini ve üzüm bağlarını diktiler ve çok geçmeden sadece yerel olarak tedarik etmekle kalmayıp diğer ülkelere de ihraç etmeye başladılar; Kaliforniya şarapları günümüzde de en çok aranan ve en çok beğenilen şaraplardan bazılarıdır.
Altına Hücum'dan yararlananlar sadece Kaliforniya merkezli işletmeler değildi; yabancı üreticiler ve imalatçılar da Amerika Birleşik Devletleri'nde ürünleri için yeni pazarlar buldular. Şili'deki tarım üreticileri aniden meyveleri için yeni tüketicilere sahip oldu; Çin önemli miktarda şeker ihraç etmeye başladı ve Norveç deniz taşımacılığı endüstrisini genişletme fırsatları için Kaliforniya'ya göz dikti. Tüm bu ekonomik genişleme yeni finansal hizmetler gerektiriyordu ve Altına Hücum ve sonrasında birçok banka da büyüyecekti.
Altına Hücum'u çevreleyen coşku, ulaşımda bir devrime yol açtı. Yeni yollar, köprüler, feribotlar, vagonlar ve buharlı gemiler, araştırmacıların o zamanlar oldukça izole olan Kaliforniya'ya ulaşmalarına yardımcı olmak için oluşturuldu. Ulaşımın hızla gelişmesi, Kaliforniya'ya seyahat süresini önemli ölçüde hızlandıran Panama Kanalı boyunca kıstak inşa edilmesiyle doruğa ulaştı. O dönemde en büyük ekonomik patlamayı yaşayan San Francisco, Doğu Kıyısı'nı Omaha üzerinden Kaliforniya'ya bağlayan ve ulaşım ve ticarette devrim yaratan ilk transatlantik demiryolunun batı terminali olarak seçildiği için hızlı modernleşmesinin ve ekonomik gelişiminin karşılığını aldı.
On dokuzuncu yüzyıldaki değişimin dikkatli gözlemcileri Karl Marx ve Friedrich Engels, (Marshall'ın bulgusundan birkaç hafta sonra yayınlanan) manifestolarında yeni kapitalist simya, “doğa güçlerinin insana tabi kılınması... bütün kıtaların temizlenmesi... topraktan yaratılan bütün nüfuslar” konusunda uyardılar. Friedrich Engels'in Karl Marx'a yazdığı gibi, Altına Hücum'dan doğan yeni ekonomi ve pazarlar “yoktan var olmuş” gibiydi. Engels 1852'de Marx'a Kaliforniya'nın “Manifesto'da öngörülmeyen bir durum olduğunu yazdı: yoktan büyük yeni pazarların yaratılması. Bunu kabul etmek zorundayız.”
Artık, özellikle sanayi devriminin hız kazandığı yıllar gelmişti; bir yandan arta arda yeni buluşlar, makinalaşma artıyor, yeryüzünün neredeyse her köşesinde imalathaneler, fabrikalar kuruluyor, tarımsal üretimin bir ucu da artık sanayileşiyordu; otomotiv sanayisi geliştikçe, en ücra köşedeki tarım ürünleri, tüketimin olağanüstü hızla arttığı büyük kentlere taşınabiliyor, devleşen büyük şirketlerin oluşturduğu bölgesel ve küresel ekonomide ulaşılan büyüme hızına yetişilemiyordu. Dünyanın neresinde olursa olsun, sanayi faaliyetlerinin dağılışını etkileyen başlıca faktörler; ham madde, enerji kaynakları, sermaye, iş gücü, ulaşım ve pazardır.
Sanayileşmenin hız kazandığı 19. ve 20. yüzyıllarda gereken madenlerin önemli bölümünü, demir, bakır, gümüş, alüminyum, bakır, çinko, kurşun, nikel, titanyum ve krom oluşturuyordu. Bu madenler için çok çatışmalar, savaşlar yaşandı; ya da Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı gibi büyük yıkımlarda da paylaşılan/paylaşılamayan değerlerin arasında öne çıkanlar arasında bu madenler de vardı. Birçok akademik çalışmada, iki dünya savaşının nedenleri arasında öne çıkan maddelerden biri de "ham madde arayışı ve pazar paylaşımı" olarak sıralanıyor. Bu nedenlerden dolayı başladığı kabul edilen her iki dünya savaşında da, hemen hemen tüm dünya ağır bir yıkım yaşadı ve milyonlarca insan katledildi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan İki Kutuplu Dünya’da da, farklı bölgelerde önemli çatışmalar yaşandı, tüm dünyanın gözleri önünde büyük yıkımlar ve can kayıpları oldu. Bunlardan bazıları da, uzun yıllardan bu yana yeryüzünün birçok yerinde yaşanan ham maddelere sahip olma konusundaki anlaşmazlıklar kaynaklı çatışmalardı.
Yukarıda saydığımız, “altına hücum”un yaşandığı toprakların sahibi ABD, sonrasındaki paylaşım savaşlarında da sürekli ön sıralarda yer aldı. Bu hareketler ve çatışmalara konu olan madenler, özellikle de sanayileşmenin ve elbette zenginleşmenin de temellerini oluşturuyordu. Hemen her cephedeki savaşta başrollerden birini üstlenen ABD, yalnızca kendi topraklarındakiler değil, dünyanın neresinde olursa olsun, ulaşıp da alabileceğini kestirdiği hemen her tür madene uzanıp almayı becerdi. Burada özellikle de, endüstrinin gelişme dönemlerinde öne çıkan madenler daha da önem kazanıyordu.
İşte bunlardan biri de, Şili’de yaşanan kanlı darbeydi; ABD Başkanı Richard Nixon, Şili’de Salvador Allende'nin seçimi kazanmasından on gün sonra, devrilmesi için CIA Direktörü Richard Helms'e talimat verdi. “Bu adamdan hemen kurtulun, bunun için ne mümkünse yapın” dedi. Helms de darbe hazırlıklarına başladı. Ve CIA, Ekim 1970'den itibaren Şili’de, başta Savunma Bakanlığı olmak üzere, birçok kamu kuruluşunda çok sayıda görevli “satın almaya” başlandı. Ancak, daha sonra ortaya çıktığı gibi, bu satın almalarda akıtılan milyonlarca doların kaynağı ITT (The International Telephone and Telegraph Company) şirketiydi. ITT Şili’de, aralarında politikacı, general ve bürokratların bulunduğu çok sayıda kamu görevlisine büyük paralar dağıtmıştı. Kısacası, böyle bir siyasi darbe girişimini, ABD devleti değil de, bir şirket fonluyordu; çünkü, Şili'nin bakır madenlerinin önemli kısmını ITT elinde tutuyordu. Yeni gelişen telekomünikasyon sektöründe dünya devi konumunda olan ITT’nin bu önemli başarısının büyük bölümü de, bedava madenler ve ucuz emek bolluğu kaynaklıydı. ITT şunu çok iyi biliyordu; eğer, Sosyalist Allende iktidarda kalsaydı, madenlerin ücretini ve emeğin hakkını ödemek zorunda kalacaktı. Bu nedenle, kazanacağı beklenen Allende henüz göreve başlamamışken, 16 Eylül 1970 tarihli bir CIA raporunda Şili'de darbe yapılması için çalışmalara başlanması emredilmişti.
Aynı ABD’de, ikinci kez Başkan seçilen Donald Trump, yemin edip koltuğuna oturduktan kısa süre sonra, önce dolaylı yollardan, nadir metal yataklarının olduğu bilinen Grönland’a göz dikti. Cep telefonlarından pillere ve elektrik motorlarına kadar her şeyi yapmak için hayati önem taşıyan nadir toprak elementlerinin en büyük sekizinci rezervine sahip olan Grönland’da, ayrıca lityum ve kobalt gibi diğer önemli metaller de büyük miktarda bulunuyor.
Trump’ın göz diktiği praseodymium, cerium, lanthanum, neodymium gibi adları olan nadir toprak elementleri, aslında yer kabuğunda bolca bulunan, çoğu ağır 17 metalden oluşuyor. Toplu olarak (konsantre halde) “nadir” bulundukları için böyle adlandırılıyorlar. Lityum, kobalt, nikel, grafit gibi kritik mineraller de aslında mineral değil, metal. Özellikle batarya, elektrikli araç ve yenilenebilir enerji sistemlerinde iş görüyorlar.
Grönland’a yönelik taleplerinin daha mürekkebi kurumadan, Trump bu kez de gözlerini Ukrayna’ya dikti ve ABD’nin bu ülkeye yüz milyarlarca dolarlık askeri ve diğer yardımlarına karşılık, ülkenin nadir metallerini istediğini açıkça ilan etti.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın verilerine göre, temiz enerji teknolojileri için kritik mineral talebi, 2040’ta neredeyse altıya katlanacak. Dolayısıyla metal madenciliği de alıp başını gidecek. Kaldı ki, çevreye kalıcı hasar verip çıkarılan madenlerin bazıları otuz-kırk yılda tükenecek.
Tüm bunları art arda koyunca, insanlığın ihtiyaçları ve dolayısıyla uygarlığın gelişmesi için kullanılan madenlerin, daha önce çıkan yerel düzeylerdeki paylaşım savaşlarının ardından, 19. Yüzyıl’da Amerika kıtasında başlayan ünlü “Altına Hücum” döneminde ilk zirvesini yaptığını görüyoruz. Sonraki dönemlerde de insanlık, ABD’nin doğrudan ya da dolaylı olarak da olsa, madenlerin temel unsurlar arasında olduğu hemen tüm savaş ve çatışmalarda öne çıktığına tanık oldu; tıpkı bugünlerde Trump’ın inisiyatifinde geliştiği gibi.
Seçimlerden kısa süre önce, Demokrat rakibi Kamala Harris'in seçimlerden galip çıkması halinde ABD'yi olası bir dünya savaşına sokacağını söyleyerek, "Harris, işini doğru düzgün yapamayacak kadar beceriksiz biri olduğu için bizi kesinlikle 3. Dünya Savaşı'na sokacaktır" diyen Trump'ın, özellikle koltuğa oturduğu 20 Ocak'tan sonra yaptıkları, söyledikleri önce dünya ekonomisinde ciddi bir sarsıntı yarattı. Bu gelişmelerden en çok etkilenen Çin'in Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Lin Jian, geçen hafta yaptığı açıklamada Trump'ın bu adımlarına karşılık olarak, "ABD'nin istediği şey savaşsa, sonuna kadar savaşmaya hazırız" dedi.
Kısacası, Hollywood’a büyük ilham kaynağı olan dillere destan “Altına Hücum”un yaşandığı ABD’nin, ikinci iktidar döneminin başlarında beklenmedik çıkışlarıyla ünlenen Başkanı Trump, yapay zeka asrında, cep telefonlarından pillere ve elektrik motorlarına, dijital teknolojinin tüm ürünlerinin özünü oluşturan “tüm nadir metaller bizimdir” demeye başladı.