Dünyada “en kârlı yol gösterici küresel paranın merkezi”dir
Dünyada “en kârlı yol gösterici küresel paranın merkezi”dir
Adının hemen yanında, “Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır” açıklaması bulunan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) yılın ilk faiz kararını geçen Perşembe günü (23 Ocak) açıkladı; beklendiği gibi, politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faizini yüzde 47,5’ten yüzde 45’e indirdi.
ABD Merkez Bankası (Fed) Federal Açık Piyasa Komitesi de (Federal Open Market Committee - FOMC) yılın ilk toplantısını 28 Ocak'ta yapacak ve alınan kararlar 29 Ocak günü açıklanacak.
Ekonomi dünyasında ilk kez, Amerikalı neoklasik ekonomist Irving Fisher (New York / 27 Şubat 1867 - 29 Nisan 1947) tarafından ortaya koyulan bir teori ile, enflasyon-faiz oranları arasında ülkelerin ekonomik göstergelerini olumlu ya da olumsuz anlamda değiştirebilecek sürekli bir ilişkinin varlığı sorgulanıyor.
Fisher, bu durumu kendi adıyla anılan bir denklem ile açıkladı: i ≡ r + π --- Kısaca, “Nominal faiz oranı eşittir reel faiz oranı artı enflasyon” diye tanımlanan bu teori, ekonomi bilimi içinde de kendi adıyla anılmış bir hipotez olarak yer alıyor.
Nominal faiz oranlarının artışı, enflasyondaki bir artışla aynı oranda olduğu durumlarda, bunun yalnızca reel faiz oranlarını etkilemekle kalmayıp, diğer ekonomik göstergeler üzerinde de etkili olduğu görülüyor. Enflasyon ve nominal faiz oranları neden bu kadar birbirlerinden etkileniyor diye sorgulanırsa karşımıza farklı bir ilişki türü çıkıyor.
Irving Fisher, paranın büyüme hızı, enflasyon ve faiz oranlarıyla ilgili önemli bir saptama yapıyor; buna göre, ekonomideki paranın büyüme oranındaki belirli bir artış oranı, ilk önce nominal faiz oranlarının belirgin olarak düşmesine neden olmasına karşın, ilerleyen dönemde enflasyon oranı artarken, faiz oranlarının da yavaş yavaş yükseldiği görülüyor. Doğal olarak da uzun dönemli bakış açısına göre, faiz oranları bir ekonomideki paranın büyüme oranı ve enflasyonla eşit oranda artabiliyor.
Miktar teorisini benimseyen klasik ekonomistlere göre enflasyon olgusu para arzına bağlıdır. Fiyatlardaki değişiklikler, dolaşımdaki para miktarındaki değişikliklerden kaynaklanır. Yani para arzındaki artışlar, para talebini aştığında doğal olarak fiyat düzeylerinin de artmasına yol açar. Miktar teorisine göre, para arzı ve paranın dolanım hızının çarpım değeri nominal gayri safi yurtiçi hasılaya eşit olmaktadır. Paranın dolaşım hızı sabit kabul edildiği için para arzındaki bir değişimin, nominal gayri safi yurtiçi hasılayı etkilediğine inanılır. Kısa dönemde -bilinen anlayışa göre-, Reel GSYH değişmeyeceği için, fiyatlar da para arzındaki artış miktarı kadar yükseliyor.
Irving Fisher’in etkilediği önemli ekonomistlerden, devletin piyasaya müdahale etmesine tamamıyla karşı olmasıyla tanınan Nobel Ekonomi Ödüllü (1976 ) ABD’li Liberal Ekonomist Milton Friedman, ekonomiye monetarist yaklaşımlarıyla tanınıyor. Friedman’ın geliştirdiği, “monetarizm (parasalcılık)” ekonominin büyük ölçüde “para arzı kontrolüyle” yönetilebileceğini savlayan teoridir. Özellikle, 1929 bunalımı ve II. Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde, maliye politikası araçları ile yönlendirilen “talep yanlı” ekonomi politikaları uygulandı. Bu dönemde para politikaları uygulamaları, yalnızca, faiz oranlarını yeterli bir ekonomik büyüme trendinin sürdürülmesini kolaylaştıracak düzeyde tutmak amacıyla sınırlı tutuldu.
Piyasanın tamamen serbest olması gerektiğini savunan ve bu nedenle, liberal ekonominin öncüleri arasında sayılan Milton Friedman ve öğrencileri 1950’li yıllarda para teorisi ve para politikası konusunda ciddi bilimsel araştırmalar yaptılar. Söz konusu araştırmalar,1956 yılında Friedman’ın, “Paranın Miktar Teorisi Araştırmaları (Studies in the Quantity of Money)” çalışması ile yayınlandı. Bu yayınla birlikte Monetarist Yaklaşım gündeme geldi. Friedman ve bir grup Şikago ekonomisti, “Şikago Okulu” adıyla bilinir oldular.
Bilindiği gibi, merkez bankaları ekonominin karmaşık dengesini korumak için çeşitli araçlara başvururlar. Politika faizi de, merkez bankalarının kullandığı önemli bir enstrümandır. Politika faizi oranı, genellikle bir yıllık devlet tahvillerinde uygulanır ve merkez bankasının mali hedeflere ulaşması için kullanılır. Politika faizinin en önemli amacı para arzını düzenleyerek ekonomik büyümeyi ve fiyat istikrarını korumaktır.
Türkiye’de de politika faizini, “fiyat istikrarını sağlamakla yükümlü” TCMB belirliyor; bunun için de çeşitli ekonomik göstergeler ve hedefleri dikkate alıyor:
Enflasyon: TCMB'nin temel hedefi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu nedenle, enflasyon oranları ve enflasyon beklentileri, politika faizinin belirlenmesinde kritik bir rol oynar.
Ekonomik Büyüme: Ekonomik büyümenin yavaşladığı dönemlerde faiz oranları düşürülerek ekonomik aktivitenin canlandırılması amaçlanabilir.
Döviz Kuru: Döviz kurundaki dalgalanmalar enflasyon ve finansal istikrar üzerinde etkili olabilir.
Cari Açık: Cari açığın yüksek olduğu dönemlerde, yabancı sermaye girişini teşvik etmek amacıyla faiz oranları artırılabilir.
Küresel Ekonomik Koşullar: Küresel ekonomik koşullar ve diğer merkez bankalarının para politikaları da TCMB'nin politika faizini belirlerken dikkate aldığı faktörler arasındadır. Avrupa Merkez Bankası (ECB), ABD Merkez Bankası (Fed), İngiltere Merkez Bankası (BoE) gibi yeryüzünün en güçlü üç parasının (dolar, euro, sterlin) patronlarının politika faizi kararları, Türkiye gibi dış kaynak bağımlısı ülkeleri önemli ölçüde ve kapsamlı bir şekilde etkiler.
İstihdam: İşsizlik oranları ve istihdam verileri de TCMB'nin faiz kararlarını etkileyen faktörler arasındadır. İstihdamın artırılması ve işsizliğin azaltılması hedefleri doğrultusunda faiz politikaları şekillendirilir.
Girişte de belirttiğimiz gibi, yılın ilk faiz kararını 29 Ocak’ta açıklayacak olan Fed'in faiz indirimlerine 2025 yılında da devam edeceği, ancak bunun çok fazla olmayacağı öngörülüyor. Fed faizinin 2025 yılını, halen yüzde 4,25 ila yüzde 4,5 aralığında olan düzeyinden, yüzde 4'e yakın bir düzeyde tamamlaması bekleniyor. Bu öngörü, ABD ekonomisinin büyümeye devam ettiğini, işsizliğin yüzde 4'ün biraz üzerinde kaldığını ve enflasyonun 2025'i yüzde 2,5'e yakın düzeyde tamamlayacağı varsayımına dayandırılıyor.
Elbette, uzun yıllardır alışageldiğimiz gibi, “TCMB Ocak ayı toplantısında bu kararı aldı; bakalım Şubat’ta aynı kararlılık sürecek mi…?” gibi düşüncelerle, yılın sonraki dönemi için bireysel ya da kurumsal ekonomik durumlarımıza ilişkin hesaplamalara dalarız. Bireyler, piyasanın tanınmış ekonomistlerinin, kurumsal olanları da istihdam ettiği ya da anlaşmalı ekonomistlerin yorumlarına kulak verir. Yapılan değerlendirmelerin etkisiyle, bireyler parasını faizden çekip, altına yatırır ya da bakliyat-pirinç stoklar; kurumlar da, ya uzun zamandır planladığı yeni yatırımın düğmesine basar, ya da istihdamın yüzde XX kadarını kapının önüne koyar.
Ama bu kez; alınacak kararlarda önemli bir değişiklik olmasa da, artık sorumuz değişti:
“TCMB Ocak ayı toplantısında bu kararı aldı; bakalım Mart’ta aynı kararlılık sürecek mi…?”
TCMB’nin, geçen yılın son günlerinde açıkladığı yeni PPK toplantıları takvimine göre, artık Şubat’ta toplantı yok. Yalnızca Şubat değil, Mayıs, Ağustos ve Kasım toplantıları da yapılmayacak; bir başka deyişle TCMB, Fed’in ardına düşerek, yıllık toplantı sayısını 12’den 8’e düşürdü.
- TCMB/PPK 2025 faiz kararları: 23 Ocak, 6 Mart, 17 Nisan, 19 Haziran, 24 Temmuz, 11 Eylül, 23 Ekim, 11 Aralık tarihlerinde açıklanacak.
- Fed/FOMC faiz kararları da: 29 Ocak, 19 Mart. 7 Mayıs, 18 Haziran, 30 Temmuz, 17 Eylül, 29 Ekim, 10 Aralık tarihlerinde açıklanacak.
TCMB, yıllık toplantı tarihlerini açıklarken, gelecek yılın ilk iki toplantısının tarihlerini de (22 Ocak 2026 ve 12 Mart 2026) ekleyerek, Fed’in yolunda yürümeye devam edeceğinin altını çizmiş oldu. Ekonomistlere göre, bu yeni düzenleme ile PPK toplantıları sayısının 12’den 8’e indirilmesi, aynı zamanda, hala oldukça yüksek düzeylerde dolaşan politika faizinin daha az tartışılmasını sağlayarak, ekonomi yönetiminin üzerine yüklenen yükü de hafifletmiş olacak.
Çünkü, merkez bankalarının belirleyerek, uygulamaya koyduğu politika faizi, ekonominin nabzını tutan ve dalgalanmaları etkileyen önemli bir gösterge olarak kabul ediliyor; ekonomiyi yönlendirmek için kullanılan bu oranlar para arzını ve harcamaları kontrol ediyor, enflasyonla mücadelede önemli rol oynuyor, döviz kurlarını ve yatırımları da etkiliyor.
Böylece, 9-10 Eylül’de Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’de toplanan G20 Ülkeleri Liderler Zirvesi”nde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle Türkiye’ye biçilen yeni rolün yansımalarından birini daha yaşamış olduk. Financial Times’ın (FT) “Türkiye, G20’nin Hindistan-Orta Doğu ticaret koridoru planına alternatif sunuyor” başlığıyla verdiği haberde, “Türkiye, Asya’dan Avrupa’ya giden mallar için bir ulaşım yolu olarak tarihi rolünü güçlendirmeye çalışırken, G20 zirvesinde kabul edilen Hindistan-Orta Doğu-Avrupa&ABD ticaret koridoru planına alternatif olarak bölgesel ortaklarıyla ‘yoğun müzakereler’ yürütüyor” denildi.
FT haberine göre Ankara, alt kıtadan gelen malları Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden Avrupa pazarlarına taşıyacak olan Hindistan-Orta Doğu güzergahı önerisine karşı çıktı. Çünkü, Çin’in artan etkisini zayıflatmak için büyük bir çaba içine giren ABD ve AB tarafından desteklenen söz konusu koridor, Türkiye’yi tamamen baypas edecek.
İşte, bir süredir böyle bir küresel ekonomik yapılanmanın unsurlarından birisi durumuna doğru sürüklenen Türkiye’ye biçilen, “ucuz emek cenneti rolüne” geçiş sürecini, “cennetin sahiplerine uygun bir ekonomik toparlanma” ile desteklemek için atılan adımlardan birisi de, merkez bankasının, üzerine düşen görevleri en iyi şekilde yerine getirebilmesini sağlayacak “koordinasyon içinde konsolidasyon” adımlarının atılması oldu.
Böylece, “Esed”in dışlanması ve “sınırsız” göç politikalarıyla zayıflatılarak, Hindistan-Orta Doğu-Avrupa&ABD ticaret koridorunun pürüssüz asfaltına dönüştürülerek, İsrail’e komşu ülkeler arasına katılan Türkiye, bu en son adımla da, para politikalarını “tam uyum” içinde sürdürerek, yeni ticaret koridoru ve ucuz emek cenneti yatırımcıları için de “güvenli yatırım ortamı” sağlamaktan çekinmediğini, yeni koridorun sahiplerine de bağlılığını gösterdi.
Böylece, Türkiye için “en kârlı yolu” küresel paranın merkezini oluşturan Avrupa Merkez Bankası (ECB), ABD Merkez Bankası (Fed), İngiltere Merkez Bankası (BoE) göstermiş oldu.